"Bırakaydın da biz yeyeydik. Ama yok olmaz. İlla götürecen. Sanki gıymet bilirler da. Aha yemeycekler. İkisi da, bir tuhaf bakar götürdüklerimize. Hem, bence çöpe atarlar. Yemezler. Ama nerdee? Anama laf dinletmek imkansız. Onca emek aha böyle boşa gider. Uğraş dur, götür başkalarına ver. Hani yeselerdi tamam da ben inanman yediklerine."
Anasının canı sıkıldı. "Çok gonuşun gene diye homurdandı. Biraz vefalı ol. Onca geçmişleri var bize. Yedirirler bizi her gün. Nankör olma dedim sana."
"Be ana yedirdiler da hayrına mı yaptılar. Bizden menfaatleri olmayaydı yapar mıydı bunlar böyle bir şey yahu?" Eskiden bizim yaşadığımız yerleri işgal ettiler yetmedi. Ağaçları kestiler. O da yetmedi. Her yeri taşa çevirdiler. Bununla da bitmedi; çöp pislik doldurdular güzelim bahçeleri, denizleri.
"Uuuuh yeter. Hade ha bu sıcağın içinde canımı sıkma. Felsefe yapma. Nedir bu insanlara düşmanlığın? Götüreceyik dedim. O gadar."
"E gadın göremez ki gerçekleri. Yaşlandı. Bir sadakattir dutturdu" diye kendi kendine söylendi. Sonra dayanamadı. Yeniden başladı.
"Ekmek verirlermiş. Be ana, ölmeyelim da, hizmetimiz olsun deye verirler o ekmeği. Her şeyin karşılığını fazlasıyla alırlar merak etme. Ama olmaz." Kah içinden kah yüksek sesle söylene söylene anasının arkasından gitmeye devam etti.
Evin arkasındaki gancelliden hızlıca bahçeye girdiler. Bahçe zemini çoğunlukla beton dökülmüştü. Bu da sıcağı daha da artırıyordu. Asfaltın sıcağını çektikten sonra, şimdi de betonun sıcağı. Neredeyse ayakları eriyecekti sıcaktan. Hızla yürüyüp bahçedeki incir ağacının altına gölgeye sığındılar.
Annesinin hatalı olduğuna, yanlış bir yol tutturduğuna inanıyordu. Ama ona karşı çıkıp, başka bir düzen kurmaktan çekiniyordu. Cesareti yoktu. Korkuyordu. Çoluk çocuğunu, arkadaşlarını toplayıp kendilerine ait, özgür, farklı bir düzen kurabilseydi keşke. Ne güzel olurdu. Hatalı kurulmuş, yanlış giden bu itaat düzenine nasıl karşı çıkılırdı ki? Önce anasından bir tokat yerdi heralde. Kendi düşüncelerinden korktu. Açılan mutfak kapısının sesi ile irkildi.
Evin sahibesi Ayşe hanım, ıslak çamaşır dolu leğeni çıkardı. Asmanın altına bıraktı. Mandal dolu küçük hasır sepeti de yanına koydu. Ama, çamaşırları asmaya başlamadı. İki fincan kahveyi iki bardak suyu koyduğu tepsiyi çıkarıp eşine seslendi.
"Mustafa hade gel."
Anlaşılan kahvesini içmeden işe girişmeyecekti. Kahvelerin hazır olduğunu duyan adam hemen geldi. Kendince bir gölge seçip yerleştirdiği sandalyesine kurulup eline fincanını aldı. Gururla etrafına bakındı. Evini seviyordu. Bu mahallede yaşamaktan mutluydu.
Bu arada karı koca misafirlerinin farkında değildi.
Kahveler bitince kadın çamaşırları asmaya başladı.
Fırsat bu fırsattır diye cesaretlenen misafir Ana, getirdiği hediyeyi usulca Ayşe'nin ayaklarına bıraktı. Ayşe ne oluyor diye bakıp da ayaklarında ölü bir tarla faresini görünce, çığlığı bastı.
Mustafa irkildi "Ne oldu?"
"Yılan mı var?"
Ayşe çığlık çığlığa yere ayaklarına baka baka, geri geri gidiyordu. "Senin Meraklı goca fareyi getirdi ayaklarımın içine attı yahuu."
Mustafa güldü. kedisi Meraklı'yı ve kızı Şirine'yi o an gördü. "Afferin kızlar" dedi.
"Onlar senden takdir bekler. Avlamış getirmiş. Gösterecek sana. Sen çığlık atan"
"Be Mustafa gakıyon alan küreği da galdıran bu fareyi yoksa ne den? Hem iğrendim ben çok. Ayaklarımı da yıkaycam yerleri da yıkaycam çamaşırları da baştan yıkaycam.
Mustafa gülerek bir iki parça hellim kesti kedisi Meraklı'ya ve Meraklı'nın kızı Şirine'ye verdi. Aferin diye diye kafalarını okşaladı.
Meraklı, gururla kızı Şirine'ye dönüp baktı. "Bak ne çok sevindiler." dedi. "Adam bize ikramda bulundu. Dişisi da, sevincini, bütün köye duyurdu".
Harikasın yüreğine emeğine sağlık.
YanıtlaSilSen de harikasın Emel. Teşekkürler.
SilBugün de ruhumuzu doyurdunuz sevgili Mutfak İşçisi. Yüreğinize emeğinize sağlık. Severim fabl öyküleri. Çok şey anlatırlar.
YanıtlaSilAnlaşılmak güzel şey. Teşekkürler.
Sil