3 Mayıs 2021 Pazartesi

Hasan'ın Yılanı

Sıcak. Çok sıcak.

Tepesinde Öğlen Güneşi. Yakıcı.

Şişman. Çok şişman. 

Yürümekle  bitmek bitmeyen bir yol.

Asfalt yol neredeyse eriyecek, ayakkabılarına, ayaklarına yapışacak sanki.

Ne bir bulut ne bir esinti. 

Güneş, yakıcı.

Sıcak, çok sıcak.

Elindeki market poşeti gittikçe ağırlaşıyor, Kafasından akan tuzlu terler gözlerini yakıyordu.

"Ha gayret Hasan da az galdı. Geliyoruk eve" diyerek kendi kendini cesaretlendirmeye çalıştı.

Aslında Hasanı okuldan köye getiren minibüs evlerinin tam önünden geçiyordu ama köyün girişindeki markette inmeyi tercih etmişti. Oburluğu herzamanki gibi galip gelmiş, okulda yedikleri yetmezmiş gibi buradan da bir çanta dolusu saçma sapan yiyecekler almıştı. Çikolata, kola, birkaç paket çips, çeşitli şekerlemeler, bisküviler yani ıvır zıvır. 

Evde bugün yiyeceği yemeği de, ara öğünde yiyeceği meyvesi de, yoğurdu, sütü, ayranı yani herşeyi, hemşire olarak devlet hastahanesinde çalışan annesi, tarafından hazırlanmıştı. Ama bunlar obur  Hasan'a yetmezdi. Ders çalışırken atıştırması, annesi tarafından yasaklanan içecek ve yiyecekleri de kadın eve gelmeden tüketmesi şarttı. Üniversiteye hazırlandığı bu günlerde aç (?) olarak çalışamazdı.

Dul bir annenin yetiştirmeye çalıştığı biricik oğluydu Hasan. Yediği önünde yemediği ardında, hiçbir tatilinde bir kuruş kazanmak için çalışmamış bir gençti. Yaşamları ile ilgili bütün sorumlulukları annesi tek başına üstlenmişti. Faturaların ödenmesi, alışverişin yapılması, kasap, manav, ev işleri, herşey annesinin sorumluluğundaydı. Hasan öğrenciydi. Zeki ama ders çalışmak dışında hiçbir sorumluluk almak istemeyen uyuşuk bir çocuktu. Zaten oldukça mutsuz ve yalnızdı. İyi yönü çok okuyan bir tipti. Yerinden kıpırdamadan kitapları devirir gezemediği göremediği yaşayamadığı herşeyi kitaplardan öğrenirdi.

Anne babası ayrıldığında Hasan henüz Ortaokul birinci sınıfa yeni başlamıştı. Baba evden gitmişti ama maddi olarak oğluna düzenli bir şekilde para yardımı yapıyordu. Üniversite eğitimini de yarı yarıya üstlenecekti. Anlaşma böyleydi.  Eh parayı verince evlat yetiştirmiş oluyordu. Vicdanı rahattı adamın. Yeni eşi ile dilediği gibi yaşayabilirdi. Kıdemli bir memurdu iyi bir maaşı vardı fazlası ile yeterdi. Hasan her ne okuyacaksa okusun babası yardımcı olacaktı.

Hasan "Ne okyayım acaba?" diyerek büyük bir kararsızlıkla ortaokulu bitirmiş, liseye de başarılı bir geçiş yapmıştı. Zekiydi ama kararsızdı. Dikkatini dağıtacak ne doğru dürüst bir arkadaşı, ne sosyal bir faaliyeti vardı. Sadece dersleri ve hayatı öğrendiği kitapları vardı.

Bu arada Fen/Matematik ağırlıklı okuması kaçınılmaz gibi görünüyordu. Çok enerji gerektirmeyecek rahat bir meslek istiyordu. "Matematik öğretmeni olayım. Bu memlekette en kıyak iş" demişti annesine. "Garantili, bol tatilli. Bir de devlet okuluna girersam hayatım  gurtulur".  Başka bir gün Ben mühendis olayım be anne oturduğum yerden bilgisayar önünde çalışayım." daha sonraki bir gün doktor, bilgisayar programcısı, eczacı derken günler geçiyor. Hasan kararsızlık ve babasızlığın verdiği aç bir ruh hali ile yedikçe yemeğe şişmanladıkça şişmanlamaya devam ediyordu. Mümkün olsa yerinden hiç kıpırdamaksızın kitapları, hayalleri ve çips paketleri  ile birlikte ömrünü geçirecekti. 

Okuduğu çeşitli kitaplarda çalışarak eğitimini karşılamaya çalışan yaşıtı çocukların hayatlarını okuyor, biliyordu. Ama ne yapabilirdi ki. Arkadaşları bazen okuldaki bir uygulamayı şikayet etmek için müdür muavinine falan çıkıp konuşuyordu. Ama "O gadar merdiveni kim çıkacak?" deyip sınıfta oturmayı tercih ediyordu. Annesi her yıl 1 Mayıs mitingine katılırdı. Bir günden bir güne Hasan'ı da götürmeyi başaramamıştı. Desteklemediğinden değil haa. "Bu sıcakta kim yürüyecek o yolu şimdi? Evde oturmak daha güzel"derdi.

Sürekli çalışan bir anne, sadece para için görüştüğü, gününü gün eden, bir babası vardı. İhtiyaç duyduğu sevgi ve ilgiden uzak, hiçbirşey için kılını kıpırdatmak istemeyen bir "şişman Hasan"dı. 

İşte bizim Hasan, o sıcak günde, çips, kola, bisküvi aşkına, market önünde inmiş olmanın pişmanlığını, acısını, yaşayarak yürüyordu.

Düşüne düşüne hayıflana hayıflana ve de sıcaktan pişip eriyerek eve ulaşabildi. Okul çantasını, yere, hayatın yükünü atar gibi, atarak, karıştırmaya evin anahtarını bulmaya çalıştı. 

"Çantanın bu gözünde  değil, kalemlikte değil, orda değil burda değil" derken anahtarı sabah çıkarken almayı unuttuğunu anladı. Yol boyunca kurduğu klima önünde püfür püfür çips yemek hayalleri suya düşmüştü. 

Boyunca uzamış yabani otlar arasından evin arka tarafına dolandı. Annesi zaman bulup da bahçe ile ilgilenemiyordu. Hasandan beklediği otları sökme meyve ağaçlarını sulama gibi faaliyetlere de Hasan hiç yanaşmadığından, neneden kalma müstakil bahçeli evin etrafı, tam bir karmaşa içindeydi.

Kıbrıs güneşinde erkenden sararan yabani otlara  yenik düşmüş çiçekler, uyuzdan dolayı yapış yapış yapraklarla kaplı güller, başını almış gitmiş kendince takılan asma, yaptığı yemişlere yetişemeyen aşırı üretken dut, hepsi, karmakarışık ve bir arada mutsuz yaşayıp gidiyorlardı.

"E şimdi nere oturacam nerde bekleycem annem gelene gadar?" diyerek portakal ağacının altına yerleşti.

Sinirinden hırsından marketten aldığı herşeyi yedi bitirdi. Çıkan çöpleri sağa sola savurdu.

Akşama daha çok vardı. Annesi bu gün nöbetçi miydi acaba? Düşündü ve öyle olmaması için dua etti. Yediklerinin verdiği ağırlık ve sıcakta yürüyerek eve gelmiş olmanın yorgunluğuyla, ağacın altında, yavaş yavaş,  tatlı bir uyukuya, yenik düştü.

Tatlı tatlı uyurken bir ferahlık bir serinlik okşadı tombul yanacıklarını. 

Mutlu serçelerin aceleci kanat sesleri, adını bilmediği kuşların cıvıltıları ve havuzdan akan şelalenin su sesi. Ne güzel, ne güzeldi...

 "Su sesi mi?" Bahçelerinde havuz yoktu ki. Hem, ne suyu. Bu kamakarışık bahçede nereden nereye su akacaktı ki. Şaşkınlıkla ürpererek gözlerini açmasıyla, onunla gözgöze gelmesi bir oldu. 

Korkudan çığlık dahi atamadı.

Kuyruğunu portakal ağacına dolayıp Hasanın burnuna kadar uzanmış bir yılan, bir yandan dik dik Hasanın gözlerine bakarak ordan taaa benliğinin içine süzülürken, öte yandan da dili ile Hasanın tombul yanacıklarının tadına bakıyordu.

"İmdaaat" dedi. Tabi içinden

"Kimse yok mu beeee?" dedi. Yine içinden.

"Gımıldarsam bu beni ısısrır. Oğlum Hasan da boku yedik" dedi. Tabii yine içinden.

Yılan gözlerini Hasan'ınkilerden ayırmadan son derece zarif hareketlerle başını sağa sola hareket ettirdi. Bir iki kez daha dilini gösterip geri çekti. 

"Ssss Hasssan şişşşko Hasssan." 

"Ma bu bir da gonuşuur?" Şaşkınlıktan ve korkudan yavaş yavaş altını ıslatmaya başladı. 

"Noldu be Hasssaan. Yedin yedin doydun? Yoksa daha isden?. Bana bak. Vücuduma bak. Esnek. Hemda hep kassss be Hassaaan. Sen nesin? Yağ torbassssı. Tabi da gımıldayaman. Noldu da şaşırdın ya be Hasssan. Etrafına bak. Bu bahçede yılan olmayacağıdı da kedi, kuzu mu olacağıdı bee? Tembel Hassan. Şişşşko Hassan. Afrikadaki açlığın sebebi Hassan. Yeyip yeyip doyamayan, gendinden başkasını düşünmeyen Hassan"

Sessiz akan yaşlar gözlerinden, tombul yanaklarına süzülerek akarken. Yılan salınıp salınıp sorumsuzluk, bencillikle, yeryüzündeki bütün kötülüklerin sebebi olarak, onu suçladı. Savaşların sebebini açgözlülüğüne, küresel ısınmaya, oradan da Hasanın doymayan midesine getirmeyi nasıl da başarıyordu?

"Ssssen ve senin gibiler Hasssannn. Sadece ben doyayım da n'olursa olsun deyenler bu dünyayı yeyip bitirenler, suçlusunuz Hasssann" 

Yılan her kelimesinde gözbebeklerinden beyninin kıvrımlarına oradan aşağılara kalbine midesine süzülüyor tarifsiz sızıyı bütün vücuduna yayıyordu. 

Böyle kaç dakika sürdü. Dakika mı saniye mi yoksa saatler mi? Bilmek imkansız. 

Daha fazla dayanamadı bastı çığlığı. 

Hem da öyle böyle değil; avazı çıktığı, boğazı yırtılana kadar bağırdı.

Uyanmıştı.

 Meğer, çok şükür, bu bir  rüyaydı.

Hemen yerinden kalktı. Pantolunu 'malum sebep'le ıslanmış, yüzü göğsü kan-ter içinde kalmıştı. 

Koşarak, ağacın altından ayrıldı.

Öyle korkmuş, öyle korkmuştu ki, bir an, nerede olduğunu hatırlamak için bile, çaba göstermesi, kafasını kaşıması gerekmişti. 

Her zaman, canı sıkıldığında yaptığı gibi, yiyecek birşey arandı. Herşeyi yediği bitirdiği için, sığınacak bir tek çips parçacığı, bir büsküvi kırıntısı dahi bulamadı.

Soluk soluğa çeşmeyi açtı kafasını altına soktu ferahlamaya çalıştı. Olmuyordu. Sidikli haliyle hiçbir yere hiçbir komşuya da sığınamazdı. 

Çantasını sürükleyerek asmanın altına geçti. Artık ne uyuyabilir, ne oturabilir, ne de bir gölgeye sığınıp ders çalışabilirdi. Ağaçları sulamaya başladı. Otları sökmeye, fazla uzamış ağaç dallarını keserek düzeltmeye çalıştı. Güller için, annesinin alıp, bahçede araç gereçleri koydukları kümesten bozma depoya koyduğu ilacı buldu, hazırladı. Güneş biraz yatışınca gülleri ilaçladı. Arka avluyu süpürdü. Güzel bir temizlik yaptı. 

Annesinin aylardır yapmasını istediği birçok işi bir çırpıda yapmaya çalıştı. Bu arada çok düşündü taşındı. 

Akşam annesi geldiğinde bahçedeki değişikliklerden çok, oğlunun kararlarına şaşırdı.

"Anne bana diyetisyenden randevu alasın. Kilo vermek isderim. Hem ben kesin kararımı da verdim. Doktor olacam. Fakirlere ücretsiz bakacam, öksüzlere yardım edecem anne. Harçlığımdan, çips alacağım paraları, bir kutuya goyacam. Kutuyu okulda öğretmenlerime danışıp merkezi bir yere goydurdacam. Toplanan paralarla ihtiyaçlılara yardım edilmesini isdeycem anne. Çips kola paraları birilerine kitap kalem olsun anne. Artık bunun için çalışacam. Bahçedeki işleri da düzene goyacam. Ev işlerinde da sana yardım edecem. Kararlı ve çalışkan bir insan olacam. Kolay olanı değil, iyi olanı tercih edecem anne".  Dediği gibi de yaptı. 

Hasan hayatını çok güzel şekillendirmeye çalışmış büyük oranda da hedeflerine ulaşmış örnek, yardımsever bir insan olarak  yaşamını sürdürdü. 

Çok sevilen başarılı bir doktor oldu.  

Kendisiyle alay eden, o kocaman, kıvrak yılan, hayatının birçok dönüm noktasında, karar aşamalarında ziyaretine gelmeye devam etti. Hala bugündür Hasan'ın Yılanı rüyalarında kendisine görünür. 

Akile Emirzade

3 Mayıs, 2021



2 yorum:

  1. Hayatın içinden hemen hemen herkesin çevresinde olan bir gerçeği güzel bir dille anlatmışsınız tembellik ve beraberinde getirdiği sorunlar mizah eklenerek güzel bir hikaye ortaya çıktı kaleminize sağlık.
    Hasana gelince sizin sayfanızı takip edmesini öneririm.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tembellik, uyuşukluk, sorumsuzluk "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diyenlere, belki vijdanları yılan olur da, dokunur. Diye ümit ediyorum.
      Güzel yorumlarınız için teşekkür ederim.

      Sil

Katkınız için teşekkür ederim.